Keçid linkləri

2024, 19 Noyabr, çərşənbə axşamı, Bakı vaxtı 12:31

Əlif Şəfəq öz notebook-u haqda...


Elif Şafak

YAĞMURDA MÜREKKEP DAMLASI

Sokakta yürürken şemsiyemi laptopun üstüne koyuyor, kendim açıkta kalıyorum. Gelen geçen tuhaf tuhaf bakıyor.

Ne yapayım, bilgisayarımın içine su kaçacak ve yazdıklarım silinecek diye ödüm patlıyor.

Ya yağmura karışırsa mürekkep, akıp giderse öylece? Ya kaybolursa onca roman kahramanı? Nasıl geri getiririm onları sonra?

Dışarıda yağmur. Hiç durmadan yağıyor. Ben çekilmişim köşeme, yazıyorum. Kullandığım bilgisayar eski püskü, kenarları kırık dökük. Ekranını bantlarla tutturmuşum.

Yara bantları ve saydam bantlarla özenle yapıştırmışım. Bir de enlemesine iple bağlamışım. Ama aralarda bantlar atıveriyor işte, "Tıp!" diye peş peşe. Ya da ip çözülüyor. Paket lastiği de denedim, o da dayanıksız çıktı. Ekranın ön yüzeyi ile arka yüzeyinin arası giderek açılıyor.


İyi günde kötü günde beraber olduk. Havaalanlarında, tren ve metro istasyonlarında, otobüslerde, minibüslerde, taksilerde, yollarda benimleydi, gölgemden bile sadık. Kendi bile hatırlamıyor artık yaşını.

Laptopun içindeki rengârenk kablolar açığa çıkıyor. Ne kadar karışıkmış meğer bilgisayarın içi! İnsan bedenindeki kaslar, sinirler, eklemler gibi.

Sokakta yürürken şemsiyemi laptopun üstüne koyuyor, kendim açıkta kalıyorum. Gelen geçen tuhaf tuhaf bakıyor. Ne yapayım, bilgisayarımın içine su kaçacak ve yazdıklarım silinecek diye ödüm patlıyor. Ya yağmura karışırsa mürekkep, akıp giderse öylece? Ya kaybolursa onca roman kahramanı? Nasıl geri getiririm onları sonra?

Geceleri rüyamda mürekkep yapmanın sırlarını öğreniyorum. Yaşlı bir hattatın yanına çırak olarak girmişim meğer. Kendimi 11-12 yaşlarında bir oğlan çocuğu olarak görüyorum. Ya da oğlan çocuğu kılığında gezen bir kızcağız. Saçlarım kısacık, yüzümde çiller var; üstümde bir önlük, tepeden tırnağa boya içinde. Masada bir lâmba yanıyor, pırıl pırıl. Hattat sevecen bir adam, pek de babacan. Sabırla anlatıyor: "Evladım, evvela havanda kar suyu dövmelisin. Git kendine pazardan billur bir havan al," diyor. "Ardından şunları eklemen lazım: Kırmızı mürekkep için gül kurusu, mavi
mürekkep için çivit, yeşil mürekkep için şamfıstığı, kahverengi mürekkep içinse kakule katacaksın."

Sabah uyandığımda ilk işim kakule nedir araştırmak oluyor. Hiç kullanmamışım ki hayatımda. Yemek yapmayı zaten bilmem. İnternetten ve kitaplardan minik bir araştırma yapıyorum. Batı ve Güney Hindistan'da, Güney Asya'da yetişirmiş meğer kakule. Pek çok faydası varmış insan bedenine ve ruhuna. İyi hoş da peki nereden rüyama girdi şimdi? Öyle kelimeler var ki yahut öyle nesneler, rüyamda öğreniyorum varlıklarını. Yaşlı hattatı düşünüyorum. Neden acaba havanda kar suyu dövmemi istedi? Yoksa öyle bir şey mi roman yazmak? Hani bizler kalıcı eserler bırakmayı hedefliyoruz ama belki de tek yaptığımız suya yazı yazmak.

Eyüp'e telefon açıyor, acilen kendisinden bir rüya tabiri istiyorum. "Çok basit" diyor. "Rüyandaki yaşlı hattat 'aklın sesi'ni simgeliyor. Havan ise kullandığın laptop. Mevcut bilgisayarın kullana kullana parçalandığı için, 'aklın sesi' sana gidip yeni bir tane almanı söylüyor. Sonra onun içine canın ne istiyorsa katabilirsin. Hayaller, hikâyeler, renkler... "

Dinliyorum ama ikna olmadan. Nasıl değiştiririm emektar bilgisayarımı? Kaç senelik
makine. İyi günde kötü günde beraber olduk. Havaalanlarında, tren ve metro istasyonlarında, otobüslerde, minibüslerde, taksilerde, yollarda benimleydi, gölgemden bile sadık. Kendi bile hatırlamıyor artık yaşını. Hep ağır, hep hantal, her daim zatürree zavallıcık. Öksürük nöbetleri geçiriyor günde 20 kere. Klavyesini temizlemeye yollasam, altından neler neler çıkacak kim bilir: Çubuk krakerlerden düşmüş tuz parçaları, peynirli tost kırıntıları, kahve lekeleri, çay damlaları, sigara külleri. Hani İstanbul'un altında nasıl bir yeraltı şehri varsa benim klavyemin altında da öyle tortu tortu birikmiş kazı alanları var.

Zaten artık bazı harfler tekliyor. Mesela "ğ" nicedir basmıyor; kopyala-yapıştır usulü koyuyorum harfi. Ben de içinde mümkün mertebe az "ğ" geçen hikâyeler yazmaya çalışıyorum. Neyse ki "a" harfi değil bozulan. Beli bükük, ağzında dişi kalmamış bilgisayarımın; hafızası da tekliyor ama olsun varsın. Ben onu böyle seviyorum. Neler neler yazdık beraber.

"Olmaz, duygusal bağım var. Değiştiremem" diyorum. "Bak bu söylediğin var ya" diyor Eyüp. "Duyduğum en mantıksız şey. Herkes senin gibi düşünseydi teknoloji ilerleyemezdi. Biz 2011'de birbirimize hâlâ telgraf çekiyor olurduk. Email, Facebook, Skype diye bir şey olmazdı." Anlıyorum. Bu çağda her şeyi çabuk çabuk tüketmemiz lâzım; bilgisayarları, cep telefonlarını, arabaları, televizyonları, hikâyeleri... İhtiyacımız olmayan şeylere gerek duymalı, daha eskimeden kaldırıp atmalıyız ki tüketim toplumu deveran etsin. Ama yüreğim direniyor. Değiştirmiyorum pespaye bilgisayarımı. Ta ki o yazamaz hale gelinceye dek! Yaşlı hattatı rüyamda bir daha görürsem ona da anlatacağım bunları.
XS
SM
MD
LG